19 Kasım 2013 Salı

mezun olan arkadaşlarımın haline bakıp; "yok kalsın biraz daha, zaten durumum uzatmaya meyilli hiç kasmayayım uzasın" tribine girmiyor değilim.
e okul bitince ne olacaksın sen şimdi sorularının cevabını vermeye çalışırken bile gerim gerim gerilen ben, şimdi bazı seçimler yapmak zorunda kalacağım..

diyelim ki ben o seçimleri yaptım, e o seçimler benim üzerime oturacak mı bakalım. ağzımdan, burnumdan, gözümden sürekli endişeler fışkırıyor.

önce bir "yüksek lisans mı yapsam acaba ya" sekmesi beliriyor kafamda. arkasından "ben bir yurt dışına gideyim kalayım 8-9 ay, evet evet en mantıklısı bu" sekmesi. sonra diyorum ki, "ya ne erteleyeceğim, gidip başlayayım bir yerde, en kötü cemiyette pişerim." hem duyuyorum sağda solda "piyasaya bir girsen neler var ya, sen mi açıkta kalacaksın saçmalama" gibi dost gazlamalarını. kapatıyorum zihnimdeki tüm sekmeleri köşelerindeki minik çarpılara pıt pıt basarak. karar veriyorum ve okul biter bitmez gidiyorum istanbula.

e izmir malumumuz.. reklamcılık zamanın ne kadar gerisinde tek başına bir tartışma konusu. hem izmir'de hem istanbul'da staj yapmış biri olarak diyorum ki, ömür boyu izmirdeki firmalara reklamın neden gerekli olduğunu mu anlatacağım.
kendimi izmirden gitmeye ikna etmeye çalışırken bir yandan da kendi kendime bir gaza gelmeler falan.. büyük denizde küçük balık olmak mı, küçük denizde büyük balık olmak mı.. balık tutmayı bildikten sonra her yerde karnımı doyururum zatenler falanlar filanlar.

sonra diyorum ne alıp veremediğim var ya balıklarla?!
onlara da hayat zor.
insan olmak mı zor,
balık olmak mı zor.. sonra bakıyorum insan olmak zor.
ah be diyorum balık olmak vardı.. en kötü bir balıkçıya yakalanırdım, balıkçı eve getirip pullarımı temizlerken küçük çocuğu hava sıçrayan pullarıma bakardı hayran hayran. ne yapsam ne etsem derdi yok. akıntı nereye balık oraya.. balığa tercih hakkı vereceğimiz bir konu bile olsa; bu mangalda mı pişmek istersin, yağda kızarmak mı sorusundan daha öteye gidemezdi ki. balığın arada kalma durumu hiç yok. izmirmiş, istanbulmuş, yurt dışıymış, yüksekmiş, bilmem neymiş.. direk yanımda rakı olsun hiç farketmez der çıkar işin içinden. herkes de "helal olsun be, hakikatlı balıkmış" der. cidden mis gibi hayat. 

sonra diyorum bırak balığı bir kenara, düşün. izmir taş gibi şehir. balık için de öyle, insan içinde. bir boğazın akıntısında balık olmak var, bir de ege denizinde.
ege denizi mis gibi.
trafik yok, mis gibi.
güneş var her daim, mis gibi.
koskoca bir senede toplasam 20 gün mont giyiyorum. istanbul'da köprüden geçeceğim 325346 saatte şirinceye giderim bir de gelir çeşmede kumru yerim. olay çeşme'de kumru yiyip, şirince de şarap içmeye gelince; oh be diyorum. iyi ki insanım. neredeyse pullu olmaya kanıp, insanlığımdan vazgeçecektim.

böyle içimde bir kaos her daim. gitmeli mi kalmalı mı.
beyinle kalbin bu çatışmasına alışkın değil bünyem. öyle ki en büyük duygusal boşluklarımda bile "aman her şey olacağına varır" diyip boşvermişim. e ben buna alışığım yine aynısını yapıyorum. her şey olacağına varır gerçekten. son olarak hep içimde ukte olarak kalan "güzel sanatlar okumak vardı ya" sekmesini açıyorum zihnimde. zaten ben balık değil, arı olmayı seçmişim. gerekirse arı gibi çalışır hallederim. oh yine bir gaza gelmeler.
aman ya deneyeceğim şansımı, olur mu olur. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder